Sayfalar

14 Şubat 2022 Pazartesi


  




Bir gün bir gün bir çocuk eve de gelmiş kimse yok
Tekerleme değil dünyamızda artık kimse yok
Her tarafta gövde üstünde başlar ortalık geçilmiyar
Dinlemeye gelince etrafta tek bir gölge bile yok


Kalabalık deryasında nefessiz balık olduk
Yüzmeye güç kalmadı dilin oyunlarından
Ne kadar susarsak o kadar batar olduk
Sahilsiz ve dipsiz yalan okyanusundan

Ya da belki

 



 Ya güneş doğmasa hiç 

Ya günü görmesek bir daha 

Ya aydınlık nedir bilmesek 

ya mutluluk nedir öğrenmesek asla



İşte bu kuruntlardır bizde 

Her gün kemiren keynimizde 

Ya da her yola çıktığımızda 

Ve önümüzde döneceğimiz son köşede



Ama  asla öğrenemeyeceğiz

Ne yarını ne menzili de köşenin ardını

Hayat bir merdiven misali 

Çıkacağız hep yılmadan deneyerek her köşe başını



Belki yolunu şaşırır güneş 

Belki şaşırtır bizi 

Belki ol der ve olur 

Görürüz boyumuzca yükselen güneşi


Gün görürüz belki

Aydınlık yarınları olan

Umutlar ekilip 

Umutlar biçeceğimiz günü görürüz belki



Aydınlığın manasını anlarız

Yarınların neden geleceğini 

Küçük adımların 

Büyüyüp aydın bir gelecek getireceğini görürüz belki


Ya da belki nasıl olduğunu

Nerden geldiğini ne için geldiğini 

Anın içinden sonsuza doğru uzanan

Mutluluğu görürüz belki


25 Ekim 2020 Pazar

Bilinmezler

 Bu havalar çok ağır kursağında kalır adamın

Boynundan bağlamış da beyne yol vermiyor

Kalbin çırpınışını kimse duyamayacak belli 
Ağız gevelemekten başka işe yaramıyor






Yol belli yolcu belli vakit geç olmaya yakın
Ayaklarda pıranga yok ama adım da yok
Şuurun bağladığı zincir kilitle çözülmüyor
Körün  çarptığı duvar gerçeklikte yok






Meydanda oynanan oyunda ağaç rolünde gibi
Senaryoda sayfalarca diyalog okuru çekiyor
Rolde tık yok söz yok aksiyon yok nefes yok
Her sayfadan sonra ümitsiz yine de oh çekiyor







Dikenin ucundan düşen kan damlaları
Caizi de geçiyor avuçtan da taşıyor
Umut umut diye saplandıkça hançer
Göz yaşını kan kanı göz yaşı geçiyor






Derine çektikçe kalbe bağlı ağılıklar
Kalem kayığına sarılıyor beyin kurtuluş için
Her dalga alabora ediyorsa bu kadar kolay
Çok geç kalınmış kalpsiz bu beden için

20 Mart 2020 Cuma

Ziyanın Adı Batsın

Günaydın

Bu gün yine hava puslu

Dün de böyleydi

Daha birkaç gün daha devam edecekmiş

Hhıı ne fark eder ki hayatımız hep böyle

Uzun zaman oldu böyle kendine konuşmalar. Nedenini hiç söylemiyordu.  Taki ikna edene kadar. Aslında pek kolay olmadı konuşturma tam üç yılımı aldı. Hayatımda böyle ağzı sıkı olan birini görmedim. Evet hayatımda bir daha da göreceğimi sanmıyorum. Gerçi dunya halı ve dünyanın zalimliği veya belki de hayırsızlığı.

Ziyayla dosluğumuz beş yıl öncesine dayanıyor. Beş yıl öncebir doğa gezisinde. Eski arkadaşlarla çıktığım sıradan bir gezi ama bu sıradan gezi hayatıma biraz olsun anlam katan bir dost kattı ziya yı. İlkgördüğümde sefilgörünüşüne kanmıştım açıkçası. Gömleği baya boldu. Giydiği pantolon da bir belki iki beden büyük görunuyordu. Saçı sanki hiç tarak görmemişti. Sakalı da en az bir aylıktı. Öyle ki yalnız baiişına geziye çıkışını espiri konusu yapıp baya gülmüştük. Tabi ortamımız güzel biz gülüp eğleniyoruz. Gırgır şamata oyun derken onu unuttuk. onun bizim biraz ilerimizde ağacın kavuğuna sırtını dayayıp göğü seyseyrettığibiraz geç farkettim. Arkaşlar belkigörmüştür ama ben görünce espiri ile arasışda bir saatten fazla olmuştu. Hatta onun hala orda olduğunu görünce biraz gerildim. Artık oyun oynarken arada bir bakıyordun göz ucuyla ama onda hiç hareket yok hep aydı duruş aynı durgunluk.

Çocuklar yorulunca birer birer oturdular. Ben ise  henüz adını bile bilmediğim o durgun adamı takip ediyorum. Sözde çaktırmadan takip ediyordum ama o zaten hiç istifini bozmadığı için bön bön baksam bile ona baktığımı anlamazdı. Bütün arkadaşlar oturunca ben oturmadan bir tur atacağımı söyleyip ona doğru gittim. Yaklaşırken ayak sesimi duymuş gibi sakince gözlerini göklerden indirip bana baktı. Sessizce bir süzdü. Baştan ayağa kadar ve sanki hiç bir şey olmamış gibi yine başını kaldırdı ve göğe bakmaya başladı. Ve yine durgunluk ve sessizlik.

Bu durumu biraz içerledim ama onun durgunlynun etkisi olsa gerek ben de sakinleştim. Yanına gittim. Aramızda iki adım mesafe kaldı. Ama o hala hiç kımıldamamıştı. Durdum ve selam verdim.

Aleyküm selam

Kardeş nasılsın epeydir bakıyom da hiç hareket olmayınca korktum bir bakayım dedim.

Sağol kardeş ben iyiyim.

Yakından bakınca öyle görunuyor. Uzaktan bakarken korktum açıkçası.

Sağol kardeş buna da şükür. Halimiz vaktimiz yerinde hala.

Dedi ve başını tekrar kovuğa dayayıp göğe bakmaya devam etti. Ben bu hareketini görünce biraz kızdım. Çünkü duruşu seninle konuşmak istemiyorum der gibiydi. Ben de baya yorulmuştum karşısına geçip oturdum. Arkadaşlarıma baktım biraz çaprazımda kalıyordu. Bir ona bir arkadaşlara baktım. Sonra merak ettim ve duruşunu taklit etmeye çalıştım. Ama oturduğum yere doğru sarkan ağaç dalı boynumu biraz sıyırdı. Biıraz geri çekildim ve bu sefer duruşunu iyice bir süzdüm....
Göğu seyretmek baya ilginç bir işmiş. Bir bakıyorsun hiç bir şey yok bir bakıyorsun bir kuş geçiyor. Sonra bir bakıyorsun küçük bir bulut beyaz pamuk gibi ama şekilden şekile giriyor. Sonra dağılıyor sonra bir başka kuş. Donra bir kelebek. Tabi ağacın altından baktığım için benim dikkatimi en çok ağaç yaprakları çekmişti. Çok hatırlıyorum en cok da onlara bakmıştım. Çok güzel sallanıyorrdu hafif hafif esen rüzgarda sanki ağılaştırılmış şekilde bir video izler gibi. Öyle güzel sallanıyorlardı ki aklıma dans ediyor olabilecekleri gelmişti. Tabi o arada yaprakların arasından süzülen güneş ışıkları da apayrı bir güzellik katıyordu bu dansa insan ışık ve yaprağın dansını seyrederken baya mutlu oluyormuş. O zaman farkettim.
Ziya da ben de her ne kadar farklı açıdan olsa da aynı göğü seyrrdiyorduk. Aynı dalları aynı kuşları aynı kelebeği. Hatta ikide bir şekil değiştiren küçük bulutu da. Tabi iş bunlarla bitmiyormuş...
Kardeş müsadenle ben gideyim arkadaşlar bekler.

Tabi müsade senin.

Eyvallah.
İşte böyle kısa bir selam iki kelamla başladı her şey. Geziden iki gün sonra şehir merkezine indim küçük mütevazı köyde yaşasamda şehir merkezine sık sık giderdim. Her gittiğide de şehri didik didik ederdim zaten küçüç bir şehir iki üç cadde üç beş sokak. Köyüm ne kadar diğer köylere göre küçükse şehir de o kadar diğer şehirlere göre küçük. Ama güzel insanı hoş sohbet esnafı hoş sohbet. Küçük caddeden bazen  başından sonuna selam vere vere geçerdik çoğu zaman.

Şehir merkezine vardığımda altyapı çalışmalar çevre düzenlemeleri baya çok olduğu için şehir merkezi baya dağınıktı. Bu sefer pek gezme hevesi kalmadı ve gördüğüm ilk kahvelerden birine girdim çaycıdan bir çay istedim ve ve bir kürsü bulup oturmaya başladım. Çayımı beklerken aynı zamanda etraftaki tanıdıkları  da selamlayıp baş eğmeler eli göğse koyum öne doğru eğilmeler.  bir ordan bir burdan derken daha bitmemişti ki çay geldi. Çaycı çayı sakince bıraktı ve aynı sakinlikle önce bir adım geriye sonra dönerek geri gitti. Bir ara köşede oturan geniş giyinimli bir çarptı gözüme
. Çayımı yudumlarken arada bir gözüm ona kayıyordu. Pek anlam veremiyordum. Zaten yüzünü de tam göremediğim için her bakışımdan sonra daha çok merak etmeye başlıyordum ki tam oesnada telefonum çaldı yavaşça cebimden çıkardım önce ses tuşuna basarak sessize alsım arsından arayanın ismini okumaya çalıştım. Arayan Zeki
Nedense o an aklıma gezide gördüğüm adam gelmişti. Nasıl bir izlenim bırakmış sa artık o garip adam. O günden sonra da uzun bir süre ne zaman geniş giyimli birini görsem aklıma geliyor olmuştu. Bir gün yine aynı kahvede otururken birden kapı açıldı. İçeri giren adam bol giyimli sakalı dağınık. Ve bir o kadar da uzamış. Ama  Saçlarına biraz çeki düzen vermiş o garıp adamdı. Sessizce geçip köşedeki tabureyr oturdu başını bir sağa bir sola çevirdi. Çaycıyı görünce kısık bir sesle

Bana bir süzme açık çay.

Çaycı güler yüzle ve biraz da sesini yükselterek ama bir o kadar da sesine saygılı bir ton yükleyerek

Hemmen getiriyorum Ziya abim

Acelesi yok

Peki abim

Ama o nasıl bir söyleyiş ve ardından tabureye nasıl bir kurulma.  Sanki uzun bir savaştan çıkar gibi. Sanki sırtından bir tok yük inmiş gibi. O kadar bir dağılma o kadar bir serpilme o kadar bir sahiplenme. O anda aklıma ben olsam sabaha kadar kalkmam bu oturuşun ardın diye geçirdim ister istemez.  Ben yine oturduğum yerden onu izlemeye başladım. Aynı gezideki gibi yine bir güzel kurulmuş oturduğu yere ve başını aynı şekilde yukarı dikmiş. Tek farkla bu sefer tavanı seyrediyor. Bana yine garip geldi tavana baktım. Kahve ocağı biraz eski olduğu için tavan da zamana karşı yavaş yavaş yenilmiş gibi. Eski tahta tavanlardan olduğu için küflenmiş yıldan yıla fark eder gibi küf çizgileri vardı hatta köşelere doğru küçük bir örümceğin yuvası vardı. Örümcek yuvasını görunce biraz tebessüm edip yine o garip adama baktım. Ama onda en ufak bir fark yok durgun bir su gibi ne ufak bir kipırtı ne de biresinti. Bu bana biraz garip gelmişti. Benim gibi hayatı dolu dolu ve hizli yaşayan biri için bu durgunluk çok garip oluyordu. Belki de onun için bu adam benim bu kadar dikkatimi çekmişti. Belki de bu yüzden onu izlerken yeni bir keşfe atılıyor gibi merakla bakıyordum.

Ah!........ah.

Derin bir nefes almıştı oysa ama sanki derin ama çok derinden bir ah çekti gibi geldi bana. Ve aslında yanılmadığımı şimdi anlıyorum. Nefes alışı bile ah çekerek
onu dinleyece onu anlayacak ona onun insanlığınu hatırlatacak bir dost selamı onu dinlemeye hazır oldupunu gösterecek. Varlığı bir yükünü hafifletecek yoklu bile her türlü sıkıntıya katlanabilecek cesareti verece bir dost. Evet, biraz roman kahramanı gibi olacak bu dost. Sanki romandaki asıl oğlanı anlayan tek kişi o olacak. Ama nerde... Her zaman bu roman kahramanlarını kıskandığını söylerdi. Nedeni ise hep aradığı dosluğu orda görürdü. Görürdü de ona faydası olmuyordu. Onları okumak bile bazen rahatlatır ama ben artık okurken bile rahat olamıyorum.
Artık gözlerim bile bana ihanet ediyor. Tama aradığım dostu buldum derken birden gözlerime sizi giriyor. Devam edemiyorum ve uyku beni yeniyor diyordu.

Ben o dün o nefes alıştaki ahı işittiğimden beri onu bir roman kahramanı olarak görüyorum çünkü aslında romanı roman yapan insanı romana çeken ağır bir duygu yüklüydü bu ah!  Yavaşça yerimden kalktım. Çayımı rlime aldım ve yakınlaşıp selam verdim. Yine ilk günkü gibi başını yavaşça indirdi ve selamı aşırken bir de elini kalbinin üstüne koydu

Ve aleyküm selam

Oturanikirmiyim

Buyrun

Beni hatırladınız mı geçen gezide biraz konuşmutuk
Başını biraz eğerek yüzüme doğru baktı her halde güneş bir camdan falan görüne çarpıp kamaştırıyordu. Yümüme baktı baktı ve yeni hatırlar gibi dizini biraz ovuşturarak
Haa. Evet buyrun bir şey mi vardı.

Yok yok sadece sizin masanıza oturmak istedim

O zaman şöyle rahat otur. Ve çaycıya seslendi

Ali. Alii

Evet ziya abim

Bizim çaylar iki oldu. Abininkini tazele.

Yok yok gerek yok zaten daha bunu bitirmedim.

Etme be kardeş benim masama geldin çayı da iç bari. Hem benim çay biraz geç gelir seninkini de ona göre ayarlar Ali kardeşim.

Eh madem öyle diyorsunuz öyle olsun.
Sönra dönerek tekrar çaycı Aliye seslen

Abinin çayına göre ayatla bitince getir

Evet abim nasıl istersen.
Ondan sonra ben biraz heyecanla
Ben Aziz bu arada. Sizin de adınız Ziyaymış

He Ziya adım batsın.


Aforızmalar 1

Suskunluğun çok acı
Suskunluğu bilen anlar
Takamaz kimseler o tacı
Dert ile uslanmayanlar

Her sabahı akşamı güçlükle çeker
Gecesi güneşi özlemle çeker
Karanlık bile örtemez acı kırıntıları
Göneş dahi eski kokunu özlemle çeker

Boyun eğme dik tut mübarek başını
Yaz her köşeye dökülen kanlı yaşını
Boş birakma tek bir kaldırım taşını
Onun da dile geleceği gün gelecek

Güneşle beraber yepyeni sayfalar aç
İsimsiz kardeşlerinin her birine ayrı aç
Fark etmez onlar başı kırık ya da yüreği aç
Saymasın kendini kimsesiz

Sen Yeter ki silkelen ve uyan
At üstündeki her şeyi kalmasın yorgan
Taşlarda yatana yıldızlar yorgan
Seni sıcak tutar tarihindeki her an

aforizmalar 2

kaleme sarılmak gibi bir kaçamağım var
kalem bile kaçarken benden

Evde Kal

kal evde


 ben yenildim
sana gelmek için geç kaldım
şimdi sana gelmek için gücüm yok
gelecek için umudum az
her geçen gün mesafe oluyor
ben hep yerimde kaldım
zaman mesafe olup arayı açıyor
gelemem artık
dönemem de çok geç artık


sen de dur  yerinde kal
çıkma dışarı kitle kapıyı ört perdeyi
arayı açan zaman olsun
kalmesafeler öyle olsun
hiç çıkma kimseye görünme
 öylece
korkularımın kaynağısın
kalbimin kaynağı olduğun gibi
kal öylece
kalbimin atışı her türlü sana bağlı çıkarsan
ya durur bu kalp
ya da fırtına koparır
ne olur sen kal öylece
kal evde
taki zaman durana kadar
ya da belki geri sararız zamanı
gün be gün yaklaşırız
telafi için değil
yep yeni bir dünya kurarız


ama ne olur
o güne kadar kal öylece
ben kalıyorum
donmuş bir anın içinde
sen de otur tahtında
kapat kapıyı
ört pencereyi
öylece kal evde

20 Ağustos 2017 Pazar

Göze Sitem

Göze sitem

Dili yok göz yaşının

Zaten gören de olmuyor pek

Çok uysal göründün

Bir de yüzün gülüyor hep

Kısacık ömründe bile

Doğruluğun yayılıyor çevrene

Güveniyor düşmanın

Kimseye zarar vermez diye
Ne kadar oyuncusun

Oskarlık derler ya hani

Bir bakarsın etrafına

Neşe doldurursun dört yanı

Oysa kan ve göz yaşı

Yıkıyor saçlarını

Ter sanıyorlar akıttıklarını
Başrolunu kapamaz hiç kimse

Bu film ne kadar da sürse

Gül bile parlak rengi

Soldurur su çekilince

Senin pınarların var

Mevsim zaten hep sonbahar
Leylalar zühreler ve selviler

Ancak sana eşlik ettiler

Yüzyıllara meydan okudun

Eskitmedi kimse seni

Yakuplar anladı

Rolünün kıymetini

Ne kılıçlar ne kalemler

Köreltmedi bir demini

Bir bakışın bin darbe

Öldürmeyen hiç bir teni


20.8.17
H.i

12 Haziran 2017 Pazartesi

Suyun Serüveni

Su yun serüveni


Kim bir tas suyu içmek istemez kaynağın başında. Soguk ve tatlı bir tas su. Hayat veren su. Hayata anlam veren suyu... Bitmez suyun değerini anlatan cümleler. Zaman alır. Bunu anşatmak ama biz kısaca şöyle bir bakalım suyun serüvenine. Kaynaktan tatlı serin ve bir kıpırtıyla doğar. Önce etrafına hayat verir. Sağı solu yetiştiği yerleri yeşertır. Sonra her an yeni doğanlar ona yetişir. Toplanır ve çogalır. Bir akak bulur hayatını sürdürmek için , hayat vermeyi sürdürmek için. Düşer yola, toprağı yara yara akakta yol alır. Her yeni gelen damladan güç alır. İlerlemek için ona güç lazımdır. Gelen katılır öncekine ve önceki de gelenle daha bir şevke gelir ve yoluna devam eder. Ama her adımda biraz serinliğinden biraz tadından kaybeder. Ama bu kayıplar onu yıldırmaz. Ve yeni damlalar onu güçlendirdikçe o hayta devam eder, hayat vermeye devam eder. Fakat her zaman aynı kaynaktan ve aynı miktarda destek zamanla yetersiz kalır. Artık etrafına hayat verecek güç kalmadı ve hayat yolculuğu bitti deneceği zamanda bir umut doğar. Tek kaynak olduğunu sanmışken farklı bir kaynak keşfeder. Kendinden , ve kendi gibi hayat veren . bu ortak nota kaynaşmayı birleşmeyi kolaylaştırır. Artık yanlız değildir. Ve artık güç ikiye katlanmıştır. Fakat bu birleşme bir şeyi de ondan almıştır. Tadından bir parça. Serinliğinden bir parça almıştır. Bu birleşmenin kattığı ise biraz dahayatı devam ettirme ve biraz daha hayat verme. Ama kayıplar onun için önemli değildir. Onun tek gayesi vardır biraz dahat vermek için hayatını devam ettirme. Onun için devam eder yolculuğuna. Fakat zaman ve yolculuk tekrar onları bitkinleştirir. İşte tam o esnada yeni yeni kaynaklar keşfedip birleşirler. Bu onları daha güçlü yapar. Hayat yolculuğunu uzatır. Ama eski benliklerini kaynaktaki ilk hallerini koparır onlardan artık bir kaynak suyu değillerdir. Ve sicaklık toprak zaman onlara tüzlü bir yolculuk yaptırmaya başlar. Zorlu bir yolculuk. Ama onlar için hiç önemi yoktur tuzun. Gayelerini yerine getirmek için artık daha güçlüdürler. Ve yolculuk uzar gider. dereler, ırmaklar , nehirler boyunca. Hatta denizleri bile aşarlar. Okyanuslara varırlar. Böyle uzun bir yolculuk onları çok bitkin düşürür. Artık birleşmeler bile güç vermez olur. Okyanus dalgaları çok acımasız davranır onlara. Ama güneşli bir günde okyanus biraz sakinleşince onlar da biraz olsun yorgunluk gidermek için serilirler okyanu yüzeyine. Yüzey sıcak ve rahattır. Ama o da ne sicaklığa bile dayanacak güçleri kalmamıştır. Yavaş yavaş teslim olurlar sıcağa ve hayatlarını uzun bir yolculuk ve büyük fedakarlıklar sonocunda tam rahata kavuşmuşken sıcağa verirler. Ve buhar olup uçarlar işte bu hikaye tam da burda başlar. Bir olümle....

1 Haziran 2017 Perşembe

Mumun Hayatı Kadar

Mumun hayatı kadar

Hayatı bazen bir muma benzetirim.
Bir gün uçundaki fitil yanar. Ve doğum başlar. Sonra etrafı tanımaya başlamak için etrafı aydınlatır. Ama fitilin alevi mumun geri kalan kısmını ısıtır ve hayatı hızla tüketmeye başlar. İşte tam bu sırada mumun ömrünü uzatmaya yarayan çözümler vardır. Soğuk suyu mumun dibine boşaltmak gibi ya da eskiden kölerde fitilin etrafina birkaç tane tuz bırakılırdı. Hayatın tadı tuzu deyımını de buna benzetirim. İnsan da hızlı yaşamaya çalışır. Onu yapayım bunu yapayım derken hayatın nasıl geçtiğini unutur. Ancak hayatın tadı tuzu olan şeyler burda devreye girer. Mesela bir arkadaş selamı, bir dost sohbeti. Ya da bir kuş cıvıltısı veya bir kapı sesi. İşte hayatı yaşamaya değer kılan bunlar ve bunlara benzer nice küçük mutluluklar. Bütün zorluklara bütün kırılmışlıklara rağmen hayatı biraz daha gerekli kılan zamanı hatırlatan basit ama hayatın tadı tuzu olan şeyler. Evet elbette hayat bir mum gibi bir gün bitecek ama bu bitiş anına kadar geçen zamanın değeri o fitil etrafına atılan birkaç dane ile paha biçilmez olur. Ve bazen bir daha böyle fırsatlar için insan için içn dua eder.

Öne Çıkan Yayın

Barış Güvercini

BARIŞ GÜVERCİNİM Ah be güvecin nerde kaldın Gel artık geç kalmadan Bak bir bir ölüyor ve kayboluyor Gelince seni sevecek çocuklar Ner...